Thursday, September 20, 2012

Anthony Bourdain İstanbul'a Geri Gelsin

Anneannem Tarsus'lu, dedem Bursa'lı, Babaannem Sivas'lı, büyükbabam Erzincan'lı, Babam Ankara'lı, Annem Tarsus'ta, Eskişehir'de, Bursa'da, Trabzon'da ve Çorum'da yaşamış... 2 nesil memur olmuş, 2 nesil de şehirler arası yolculuklarda bırakmış hayatlarının büyük bölümünü. Ben de onlara şöyle yetişiyorum Trabzon'da doğdum, Çorum'da büyüdüm ama Bursa'lıyım derim Bursa'yı bilirim... 

Anneannem Akdeniz ve Güneydoğu mutfağını çok iyi bilirdi, Ege mutfağının da hakkını verirdi ama en büyük ustalığı Osmanlı mutfağıydı hala onun yaptığı "İmambayıldı"yı kimsenin elinden yemedim. Nam-ı diğer "Annemineli" bile hala deniyor ama olmuyor :) Annem zeytinyağlıları ile meşhurdur ama en çok da yöresel yemekler yapar. Onun yemeklerini yiyenler 40 gün 40 gece anlatır elinin lezzeti, blogundan yazarlığa, yemek yarışmalarından TV programlarına uzandı. Dilerim bir gün herkes annemin elinden bir tabak yemek yer, yemeğin doymak için değil zevk için, lezzet için, damak tadın için olduğunu anlar. 

Babam dünyanın en güzel menemenini, sucuklu yumurtasını yapar, dedem turşu yapardı, komposto yapardı, reçel yapardı, kendi zeytininden başkasının zeytinini ağzına sürmezdi ve bu serüven böyle uzar giderdi... Diyeceğim odur ki biz yemek yerken birbirini seven, Türkiye'nin dört bir yanından  valizine lezzet koymuş, biraz hamsi biraz içliköfte biraz da ayşekadın fasulye.... Annemin ve benim son dönem favorimiz ise Anthony Bourdain. Bütün kitaplarını, belgesellerini, programlarını ezberlemek üzereyiz, ben de adamın hikayesine, hayatı nasıl yaşadığına, yemeklerine ve programlarına hayran oldum derken çok geç kaldık... 


Evvelden beri derdim şu adam İstanbul'a gelsin, Türkiye'nin bütün lezzetlerini görsün. İstanbul'a geldi ama yaptığı vasat geziden bile o kadar güzel anlamlar çıkardı ve bu metropolü o kadar güzel anlattı ki rakı içerken "şerefe"nin ne demek olduğunu anlatamayan kızı bile görmezden geldik sayesinde:) Ben bu adam İstanbul'a gelsin derken birşey daha dilerdim ki kendisini tanımazdım ama seveceğimi bilirdim. Hazal Yılmaz gezdirsin bu adamı derdim. Hazal ona heryeri karış karış öğretsin, anlatsın, dans etsin, rakı içsin, sabaha kadar gezip, geceyi işkembeyle, kokoreçle bitirsin, Gaziantep'e gitsin, oradan Adana'ya belki Rize'ye sonra da Alaçatı'ya derdim. Şimdi Hazal benim arkadaşım ve sanki bütün dileklerimi duymuş, sanki yolladığım bütün enerjiyi almış gibi "Anthony geri gel" diyor :) 

Anthony gelsin bizden olsun, bizi görsün ne olacaksa, birşey olmayacak. Ama şu olacak, farklı olan insanların, farklı çalışan kafalarına gerçekten sevdiğimiz şeyleri sokunca biz de farklı olduğumuz için farklı algılandığımız topraklarda biraz olsun mutlu olacağız hepsi bu :) 
Belki destek vermek ister belki siz de bu güzel yemek macerasında yanımızda olmak istersiniz... 

Facebook : Anthony Bourdain come back to İstanbul 
Twitter : #anthonyistanbulagel 

Wednesday, September 19, 2012

Düğün, Saç, Makyaj Hikaye, Aslolan Dostluk


Ankara'nın bana verdiği, dileğim ömür boyu dostum olacak, iyi günde kötü günde her zaman el ele olacağım canım arkadaşım, tuhaf arkadaşım, deli arkadaşım, en yakın arkadaşım geçtiğimiz haftasonu evlendi :( valla sevinemeyeceğim büyüdük, yaşlanıyoruz, yeni hayatlar seçip, yeni şeyler öğreniyoruz ve değişiyoruz... Sevinmedim çünkü diğer tuhaf ve deli arkadaşım, diğer en yakın arkadaşım da Ekim'de nişanlanıyor çok gıcık oluyorum ikisine de çünkü düğünün en güzel ve en stresli, arada da gizli gizli arkalarından ağlayan ama makyajını bozmayan tek bekar kızı ben olmak zorundayım görevim büyük ha bir de damatlara işkence etmek var o da benim görevim :)
  
Saçlarımı Bursa'da Enis Yelbey kuaför yaptı. Saçımdaki zincirleri kendim yaptım (yeni trend saç zinciri olacak, bana inanmayıp, moda guruları trendalarmı verdiğinde inanırsanız, nasıl yaptığımı anlatırım elbet) Zincirimi aldım ve Enis'e ne istediğimi anlattım. Hayal ettiğimden çok daha güzelini yaptı çooook güzel oldu:) Enis 10 yıldır saçımı kesen tek kuaför, bütün özel günlerimde yanımda lise mezuniyetimden beri en güzel günlerimi daha güzel yapan tek insan. Ne derse tamam derim, ne istersem tamam der ama yine istediğini yapar :) İstanbul'da fön çektirmek için gittiğim kuaförleri bile bilir, onay verir. Artık aramızdaki ilişki kuaför-müşteri değil çok yakın arkadaşlık olduğu için saçımla ilgili fazla bir şey anlatmama gerek kalmadı ve beni yine çoook mutlu ettiKuaför değiştirmemenin ne kadar önemli olduğunu ben de böyle anlatmış olayım :)

Makyajımı kendim yaptım, kirpiklerimi bile kendim taktım. Kıyafetim de Nişantaşı'ndan bir butikten aldım. Aylarca tasarımcı, abiyeci, butikçi, kumaşçı gezmediğim bişeyci kalmadı ama bu elbiseyi gördüğüm an aldım. Ne markasını biliyorum ne de başka birşeyini beğendim aldım çıktım :) 






Güle güle hayatımda gördüğüm en rahat, en eğlenceli ve en güzel gelin :) 
Çok mutlu ol... 

Friday, September 14, 2012

Monday, September 10, 2012

Eski Bir Converse Hikayesi ve Yeni FW 2012 Sezonu



İlk Converse maceram 2004 yılında başlamıştı, hayatımın en soğuk kışını geçirdiğimi düşündüğüm bir Nisan'lı bahar başında... Ankara İzmir caddesinden hatta o zamana kadar Kızılay esrafından yaptıgım ilk alısveristi bu garip ayakkabıyı almam zira, aylarca sevemediğim Ankara sokaklarına alışmaya başladığımın da bir işaretiydi galiba... Sonra hersey kendiliğinden gelisti zaten... önce pantolonların paçaları, sonra da çantanın modelleri değişti cünkü herşey o bilekli koyu yeşil Converse'e uyacaktı! İlk 1 ay ayagımı kalıcı izler bırakarak yaralasa da, ayagımın o acısı Ankara'nın o 'ilk' baharını hatirlatir hep, devaminda gelecek büyümüş yaşın acılarına hazırlamış gibi... 


Fazla anlam yüklü, pek bir abartı metaformik Converse ayakkabılarımın romantik olmayan özeti ve gerçekçi hikayesi ise sudur; ayakkabimi ilk gün görüp "rakcı" mı oldun kiz diyen ve delikli ayakkabı mı olur ile devam eden  herkes yıllarca ve yıllardır en tiki coniko mekanlara bile ayaklarından cıkartamadıklari beyaz Converse'lerle girip cıkmaktadırlar! Cadde kızının esofman üstü, kırmızı rujlu, çakma uzun saça asırı fön bulusunun yegane sebebi ise yine beyaz Converse'lerdir! Aslında diyecegim odur ki bu yaz-kıs ayaktan cıkmayan delikli ayakkabılar artık herkesin sempatisini kazanmıstır -ki o herkesin de  en az bir converse'i vardır. Yeni sezonda koleksiyona eklenen yeni modellerde ise deriden, süete, kısadan, uzuna, rengarenk desenlerden, klasik modellere yüzlerce çeşit model ile artık herkesin en az bir Converse'i olmalıdır. (nokta! yuksek sesle soylenebilir!)

Thursday, September 6, 2012

Haftadan "Kalan"lar...

Eğer bir dergide yada gazetede yazıyor olsaydım "Haftadan Kalanlar" başlığı yazımın kutusu ve muhtemelen en çok okunan kısmı olurdu... Sürekli etrafı gözlemleyen ve yorum yapan (bazen söylenme boyutuna ulaşsa da) biri olarak gün içerisinde twittera yazdıklarım veya yakınımdaki insanlarla paylaştıklarım, oraya buraya not aldıklarımın yarısı bile olmuyor maalesef. Bundan sonra haftadan "kalanlar"ımı sadece fotoğraflarla değil biraz kızgın, biraz üzgün, biraz mutlu azcık da oradan buradan kalan duygularla tamamlayıp, toparlamaya çalışacağım... Belki uçup giden twitter kuşları da sadık blogum sayesinde birazcık kalıcı olmayı öğrenirler :) 

Tuesday, September 4, 2012

Kadın Derdi...


.... tehlikelidir ile biten bir kadın yazısının son cümlesi pazar sabahı spor salonunda yazılmışsa derdimiz büyük anlaşılan. Derdimiz kendimizle büyük aslında da gücümüz sadece hemcinslerimize yetiyor... Kadının kadından başka düşmanı yoktur çok kişisel olsa da benim derdim genel "kadın" cinsiyle. Araba parkedemeyen ve yolun ortasına arabasını bırakacak kadar umursamaz olan kadınla yada bebek arabasını kaldırımda yürüyen diğer kadınların ayaklarına çarparak ilerletmeye çalışan kadın küstahlığında yada markette, otobüste, cafede, barda insanlarla tartışan, bağıra bağıra etrafına sataşan kadın hırçınlığında... Bar önlerinde kapıdan çevrilmeyi kendine yediremeyen ve güvenlikle kavga edenler de hep kadınlardır dikkat ettiniz mi acaba :)  Asansör kapısını bir başka kadın için asla tutmayan, ayağında bandaj olan bir kadına yol veren erkeğini sırf bu kibar davranış için azarlayan da yine kadındır... Hiçbir erkeğin aklına gelmez herhalde çaresizce yol bekleyen, koltuk değnekli bir adama yol verdiği için sevgilisine kızmak. Gelse de o adam ya egolarıyla baş edemeyen, küçük pipili bir Türk erkeğidir yada gay olma ihtimali büyüktür -ki yine içinde biryerlerde gizli bir kadın saklıdır... 

Toplumun huzur ve refah içerisinde yaşaması için konulan kurallar boşuna değildir herhalde. Bu kuralların yazılı, sözlü bir de hiç dillendirilmeyen ama herkes tarafından bilinen versiyonları vardır. Daha sakin ve saygılı yaşamanın ne demek olduğunu, etrafındaki insanların da aynı koşullar içerisinde nihayetinde insan olduğunu asla hatırlamayan milletlerin başında zengin, fakir, kadın, erkek Türk milletinin geldiğini söylesem yanlış birşey yapmış olmam herhalde. Hemen hergün hepimiz, etrafımızda olan biten birşeylere fazlasıyla sinirleniyor olsak da aslında hepimiz kendi kurallarımızla yaşamayı seçen tuhaf varlıklar olmaya devam ediyoruz. Kadınları da bu hale sokan diğer kadınlardır belki demek istesem de hepimiz birbirimizi delirtmek üzere, arkadaşlıklarımızı, ilişkilerimizi, kariyerlerimizi yok etmeye programlı olarak yaşıyoruz. İtiraf edin bugün yine hangi arkadaşınızın tanıştığı yakışıklıyı kıskanıp, aldığı yeni proje için bir başka kadının içini hırsla doldurdunuz? 

Hatırlıyormusunuz??

Related Posts with Thumbnails