yeni post olası olan,burda paylaşssam mı die düşünüp sonra da ben değil yazan paylaşmalı dediğim cinsten bir şey işte.... okumak zorunda değil kimse sadece burda durası var bugün bunun...
Dostluklardan bir demet geldi uzaklardan ve ölece bir yaşardı gözlerim...işte öle birşey uzaklardan bir dost yorum yazmış bloguma ama ekleyememiş çünkü üyelik falan sanırım hiçbilmiyorum ama umrumda da değil yorum da değil çünkü bu,baya baya mektup yada ağlatan cinsten yıllık yazısı falan...
-------;
uzunca yanlız kaldıktan sonra Ankara'ya ilk yerleşen öğrenci kısmından herkes gibi internet arıorum bi akşam, sonunda buluyorum ve internet kopuyor,arkamda oturan kocaman kaküllerinden gözleri gözükmeyen ama bi o kadar afilli ses tonuyla bütün konuşmaları kulağmıza sokan hatunla konuşmaya başlıoruz,zamanın büyük gençlik sitesi yonjaya girmeye çalışıyor, aslında çaktırmasam da ben de, bi anda kaynaşıoruz ve böylece hayatıma giriyor aychulus, aychulus ne diorum, bana bilmemkim takmıştı bu ismi diyor,ne kadar orjinal diorum, onu izlerken dinlerken yıllarca aklımdan geçen tek şey bu oluyor sonra,ne kadar nev-i şahsına münhasır diyorum, yani kimsede yok,evet pek coğuna göre manyaktı belki,hatta benim bu daha usturuplu kız durumumla nası arkadaşlık yaptığımızı irdeleyenler olurdu, oldukça patavatsız, biraz maskülen ama bi o kadar feminenlik akıyordu, herşey hakkında söyleyecek,anlatacak birşeyleri vardı,ve her daim canlı.. En aptal yıllarımda tanıdım onu, en cocuk,en gözüm kapalı, ama en cok eğlendiğim zamanlarmış şimdi görüyorum,tümüyle olmasa da bana ömrüm boyunca kalıcak milyonlarca imgeyi onunla kazanmışım,fotoğraf çekerdi mesela,resim değil fotoğraf diye söylenirdi insanlara, en sevdiği şey makinalardan konuşmaktı,sıkılırdım mana bulamazdım o zamanlar,şimdi bu kadar bağlanacağımı bilmeden,bedeninden ayrı iki farkı objeymiş gibi duran o iki muntazam elindeki kırmızı pembe ojeleri,simsiyah kaküller,hayatımda denemekten hep korktuğum ama hep istediğim dudaklarından hiç silinmeyen kırmızı ruju,baharatlı ve iddialı kokuları,bütün mekanı inleten şen kahkahası,şimdi okumaya merakla başladığım ve bana sevdirdiklerinden olan ece temelkuranın 'içeriden ve dışarıdan'ı,daha hüsnü çıkmadan herkesin düdük bildiği klarnete olan aşkı,bu kadar hızlı geçerken herşey hayatından bi kıyıdan mesleğine sımsıkı ve alakalı yaşamasıyla,daha bisürü şeyle aklımda kalan ve bütün bunlarına hayran olduğum,bana her daim bi anaçlık da besleyen,cokca zamanlar arkadaşımdan ziyade ablammış hissine de kapılmış olduğum aychulus la işte tamda böyle tanışmıştım.. Sonra ayrıldık, uzak kaldık milyon hadiseyle uğraştı bu şehirde, bu kadar anaç ve herşeyi göğüsleyebilir görüntüsü ona herkesin herşeyi yükleyebilmesine yol verdi,o da göğüsledi tabi, hiçbişey sezdirmeden dört yılı bi anda bitirdi,ve kaçarcasına gitti, hakkaten kaçarcasına, konuşmasak da biliyordum orda nefes almaya gittiğini, sadece gidiceğini duyduğumda bile anlamıştım orda daha mutlu olmak için burdaki herşeyden sıyrılmak için gittiğini,şimdi benden kıtalarca uzakta,bi nüyork rüyası yaşıyor kendisi,blog da açmış, şahane şeyler yazıyor,enteresan olan bunca zaman sonra bile kaldığımız yerden devam edebilio olmamız, banada inanması güç gelio bu kadar zaman sonra ama hala ilk günkü gibi herşey..nerdeyse 2 yıldır görmüyorum,ama inanın cok özledim,keşke şimdi ben bu sabah kahvemi tek başıma içeceğime burda olsaydı,sabah boğazım ağrıo yine die söylenerek uyansaydı,sıcak suyunu koyup bitki çayıyla........,bi sabah sohbeti yapsaydık,inanın çok özledim..
Sunday, March 29, 2009
Saturday, March 28, 2009
Rocky Horror Picture Show
Fucking Great NewYork City Stuff... Haftalardır planladığım bir şeydi bu... hmmmm bilemedim ne desem...Gösteri, tiyatro, sinema, performans bilmiyorum şimdi anlatınca siz bi ad bulursunuz kendiniz çünkü gerçekten benim tek bulduğum isim "fuckin great NY stuff" oldu çünkü sanırım böyle aptalca ve aynı zamanda böyle zekice hatta uçukkaçıkça şeyi dünyanın hiç bir şehrinde izleyemezsiniz... Olaylar şöyle gelişiyor ki bilet alırken ağzınız açık, gözleriniz şaşkın kalmaya alışıveriyor çünkü kapıda birbirinden saçma ve uçuk kıyafetlerle bilet alan insanlar görmeye başlıyorsunuz...
Cuma ve Cumartesi Gece yarısından sonra saat 12.00'de başka zaman değil kendisi,
"Rocky Horror Picture Show" şöyle ki yaklaşık 35 sene önce aslında resmi olarak 1975'te sahnelenmeye başlanan bir show. Susan Sarandon ve 7 kişilik bir ekipten oluşan filmin kadrosu da konusuda kaçık ve saçma bir şey...bilmiyorum ki bu film bu show için özelmi çekilldi yoksa birileri bu saçma filmi gerçekten sanat olsun diye mi çekmiş... Neyse şimdi şöle ki...Kapıya geliyorsunuz ve showa gelirken hertürlü kostüm serbest olduğu için hatta neredeyse bu bir gelenek olduğu için saçma sapan giyinmiş insanlarla bilet alıyorsunuz...Çok kısa bir süre kuyrukta bekliyorsunuz ve zaten küçücük olan sinema salonuna girmek için kapı açıldığında koşmaya başlıyorsunuz... Vee sahne de ışıklar ve müzik...Bir anda koşan seyircilerin koltuklarına oturcağını düşünürken sahnede 80lerden gelen bir dans stiliyle oynamaları ne yapıyor bunlar be?sorusuna götürüyor sizi ama gerçekten cadılar bayramına gider gibi giyinmiş bir grup muhtemelen sarhoş yada high insanın sahnede oynamaya başlaması eğlendirmiyor değil...Yaklaşık 45 dak. süren müzik ve dans aralarında ağızları kapalı kese kağıtları satılıyor... Sadece 2 dolara bunları alıyorsunuz ki mutlaka alınmalı muhteşem eğlenceli paketçikler bunlar ancaaak film başlamadan önce sahneye "VİRGİN"ler davet ediliyor... Bu da demek ki gerçekten virginler yani bakireler değil daha önce bu showu görmemiş olanlar... onlara virgin deniliyor...setyircilerin arasından seçilen bir grup insana orgazm taklitleri yaptırılıyor yada ona benzer çeşitli "dirty" şeyler... ayrıca sahnede ki virginlere sunucunun yönlendirmesiyle hertürlü küfür edilebiliyor ahhaah çok eğlenceli... neyse kese kağıtları alınmalı,küfür edilmeli,virginler suçlanmalı ilk kez geldikleri için ve artık oturulmalı ve sakinleşilmeli (yalan öyle bir şey yok) çünkü film başlıyor ve aynı anda perdenin önünde film de ki oyuncularla tıpkısının aynısı giyinmiş iki oyuncu belirliyor... onlar ne yaparlarsa aynısı yapılıyor ve aynı anda onlar ne söylerse aynısı söyleniyor ve hareket ediliyor aynı anda... Mantık bu yani aslında perde de ne olursa sahne önünde ki oyuncularda aynısını yapıyor,aynısını giyiyor ve birileri sürekli arka fona filmin arka fonunu taşıyor... buraya kadar herşey normal gibi görünse de mesela düğün sahnesinde bir anda kafanıza pirinçler yağmaya başlıyor ki farkediliyor ki kese kağıtlarının içinde filmde ki malzemeler var yani filmde evlenen çiftin üzerine bereket için pirinç atılıyor... veeee biz de sahneye ve hatta birbirimizin üzerine kese kağıdının içinde ki paketten çıkan pirinçleri atıyoruz... (hala saçımdan pirinç çıkıyor) Bu arada filmde akan diyolagların arkasından seyircilerin arasında ve ön sırada oturan takım elemanları yorumlar yapıyorlar bağırarak... yorumlar yani bizim film izlerken yaptığımız yorumların aynısı diyebilirim...küfür etmece,üzülmece,ayıplamaca hahaah sesli yorum hatta bağırarak hatta ağzından tükürükler savurarak...YAPMA SALAAKKK... KALTAK DAHA ÖNCE AKLIN NERDEYDİ...OHA KIÇI GÜZELMİŞ...ÇÜŞŞ YEDİN BE KIZI... gibi:)) aralarda ayağa kalkılıyor,dans ediliyor ve yeri geldikçe oyuncuların üzerine paketten çıkan tuvalet kağıtları,ekmekler,kartlar,toplar...vs fırlatılıyor sonra tuvalet kağıdı rolo savaşı başlıyor oyun sürerken...
ay daha ne anlatayım bir kere daha gıtmem lazım çünkü fotoğraf makinam bana ihanet etti ve şarjı bitti... ama gerekenler elimde yine de :))
P.S: Chealseview's Theatre Cinema
14th St. Between 7th and 8th Ave.
Cuma ve Cumartesi saatler gece yarısına vurduğunda sadece 9 dolara muhteşem bir gece
(sarhoş gidilmesi önerilir ben gitmedim pişman oldum ama bir kere daha gidicem bende dans edicem sahnede... Kostüm mü? hımmm tekila sayısına göre değişir)
Thursday, March 26, 2009
Unutmadım...
Vallaa boşlamadım billa boşlamadım... Sadece pek bir şey yapmadım bol fotoğraf çektim yine ama yükleyecek keyfi bile bulamadım bir türlü... Bu hafta başım metroyla beladaydı.Salı günü tam iki saat yerin altında sıkışıp kaldım ve belki 6 kere transfer yaptım metrodan metroya...Downtown-Uptown arası mekik dokudum da denilebilir...Ama benim suçumdu yalnız zamanda yalnış metroya bindim...Neyse öle bir şeyler işte sürekli bir metroya yetişme ve saate bakma durumu bu hafta bir yandan da okulun devam zorunluluğu yüzünden ders kaçırma stresi falan...Üniversite de,lise de bu kadar stres yapmadım ben devamlılık yüzünden yemin ederim ya...Adamlar vizeyle tehdit edince koşmayı bile göze alıyorsun hatta başka okula transfer olamıyorsun falan resmen tehdit büyük tehdit yani...Bu şehrin böyle bir şeyi var işte geldinmi kopamıyorsun, koptunmu dönemiyorsun... Neyse pek keyfim yok sonuç olarak bu hafta,param da yok zaten...havaların bile pek keyfi yok...Kuaföre gitmek lazım,manikür yaptırmak lazım,kendine gelmek lazım...İngiliz aksanı bile keyfimi yerine getiremedi şu sıra ki Manchaster'lı İngiliz dükü Richard'dan ve aksanından bahsetmek hiç istemiyorum... bir iki gün müsaade bu cumaya çok bomba planım var bakalım başarabilirsem onunla devam edip diğer fotoğraflarla süsleyeceğim sanırım...
P.S. okulda blogumdan bahsettim acil ingilizce de yazmam lazım ama forever21 28beden jeans beden kıçıma (sanırım zenci kıçına göre yapıldığı için bu kdr küçük beden) güvenemiyorum ...ayrıca caanım dostlarımdan da güzel yorumlar geliyor ki okunduğunu anlıyorum yoksa tık yok valla...
P.S. okulda blogumdan bahsettim acil ingilizce de yazmam lazım ama forever21 28beden jeans beden kıçıma (sanırım zenci kıçına göre yapıldığı için bu kdr küçük beden) güvenemiyorum ...ayrıca caanım dostlarımdan da güzel yorumlar geliyor ki okunduğunu anlıyorum yoksa tık yok valla...
Sunday, March 22, 2009
Pazar Okuması
Elif Şafak/Aşk
Bir kitap içinde kitap...
Elif Şafak'ın son romanı "AŞK", aslında bir değil, iki kitaptan oluşuyor(muş). Bu kitap roman içinde roman, zaman içinde zaman, aşk içinde aşk taşıyor(muş).Biri 2000'li yıllarda Boston-Amsterdam hattında, diğeri 1240'larda Semerkant-Bağdat-Konya hattında ilerleyen iki paralel öykü.
Bu bir "kitap içinde kitap".
Sipariş ettim arkadaşıma Nisan'da geliyor kitap ki pek okuyamam Elif Şafak'ın kitaplarını bir yerden sonra kesilir süt gibi kaskatı ekşi kalıverir ama yine de hem çok itici hemde cok çekici gelir bu saçlarını yüzünden bir türlü çekmeyen kadının yazıları ve kitapları...
Varsa okuyanınız yorum yapsın yoksa ben Nisan'da gelirse bi hafta içinde yorumu yapmış olurum...
Bu arada bide kitap,film falan mı önersem arada "label"(etiket)lerin arasına birde kitap film başlığı atarız olur biter ha?
Bir de Oray Eğin'in son kitabı çıkmış...Bir diğer çekici ve de itici yazar ama her zaman mesleğinin "gazeteci"lik olduğunu kıvırmadan söyleyen farklı bi adam...Aksanı azcık kıvrık olsa da yine de lazım kıvırmayan ve kendi tabiriyle "kral çıplak" diyen adamlar...Vardır bunun da altında bi bit yeniği diyen bir sürü insan vardır kesin de öğrenemedik bi tersten,alttan,yandan bakmaya çalışmaktansa azcıkta düz bakıp,düz anlamaya ve yorumlamaya çalışmayı bir şeyleri...Öğrenemedik kendimize benzemeyeni de kabullenmeyi....
Neyse iste bu kitabı da ısmarladım ben varsa okuyan yada okumaya heveslenen bi iki yorum da buna yazıversin...Pek meraktayım buralarda
Bir kitap içinde kitap...
Elif Şafak'ın son romanı "AŞK", aslında bir değil, iki kitaptan oluşuyor(muş). Bu kitap roman içinde roman, zaman içinde zaman, aşk içinde aşk taşıyor(muş).Biri 2000'li yıllarda Boston-Amsterdam hattında, diğeri 1240'larda Semerkant-Bağdat-Konya hattında ilerleyen iki paralel öykü.
Bu bir "kitap içinde kitap".
Sipariş ettim arkadaşıma Nisan'da geliyor kitap ki pek okuyamam Elif Şafak'ın kitaplarını bir yerden sonra kesilir süt gibi kaskatı ekşi kalıverir ama yine de hem çok itici hemde cok çekici gelir bu saçlarını yüzünden bir türlü çekmeyen kadının yazıları ve kitapları...
Varsa okuyanınız yorum yapsın yoksa ben Nisan'da gelirse bi hafta içinde yorumu yapmış olurum...
Bu arada bide kitap,film falan mı önersem arada "label"(etiket)lerin arasına birde kitap film başlığı atarız olur biter ha?
Bir de Oray Eğin'in son kitabı çıkmış...Bir diğer çekici ve de itici yazar ama her zaman mesleğinin "gazeteci"lik olduğunu kıvırmadan söyleyen farklı bi adam...Aksanı azcık kıvrık olsa da yine de lazım kıvırmayan ve kendi tabiriyle "kral çıplak" diyen adamlar...Vardır bunun da altında bi bit yeniği diyen bir sürü insan vardır kesin de öğrenemedik bi tersten,alttan,yandan bakmaya çalışmaktansa azcıkta düz bakıp,düz anlamaya ve yorumlamaya çalışmayı bir şeyleri...Öğrenemedik kendimize benzemeyeni de kabullenmeyi....
Neyse iste bu kitabı da ısmarladım ben varsa okuyan yada okumaya heveslenen bi iki yorum da buna yazıversin...Pek meraktayım buralarda
Thursday, March 19, 2009
Max Brenner Chocolate Bar
İki ayrı dükkan...İkisi de birbirinden süper...İlk gidişimin üstüne 4-5 kere daha gittim sanırım ve her gidişimde içeri girdiğim anda çikolata kokusunun saçlarıma sinmesi bütün duyularımı harekete geçiriyor diyebilirim...Tavandan uzanan boruları gözlerinizle takip ederseniz ucunun çikolata çeşmelerine vardığını görürsünüz ve daha yemeden bütün mutluluk hormonları sizin oluverir... Charlie'nin Çikolata Fabrikasının bir diğer versiyonu diyelim hattaKocaman menüleri var... Çikolata pizzalarından,marshmallowlara,sıcak çikolatalar ki gerçek ve hakikiler,pastalar,kekler allahım hangi birini anlatayım sadece çikolata ve mutluluk dağıtmak için dağıtılmış bir çikolata evi... Kocaman bir çikolata barı var her iki mağazada da ve barın arkasında bu muhteşem tabakları hazırlayan ustalar var... Ama herbiri muhteşem Fransız filmlerinden fırlayan,cool,romantik aşcılara benziyorlar... İçerisinin genelde masalara konumlanmış dedikodu yapan kadınlarla dolup taşmasının bir diğer sebebi de bu yakışıklı, dövmeli ve kafasında bandana olan çikolata dahileri... Ayrıca "fabrikanın" logosunun kel ve küpeli bir adam kafası olması da tesadüf değil sahibinin tıpkısınn aynısı yani adam kendi kafasını koymuş peçetelere, duvaralara, tabaklara... İki kız arkadaş için burdan daha iyi bir yer olabilir mi dünyada... Çikolata şırıngasını aşılarken ve tepende ki borulardan çikolatalardan geçerken,barda ki sihirbaz çikolata ustalarını izlemek ve mutluluk hormonu salgılamak...
New York Cıty= sözlükte aranırsa başka bir tanım bulunamaz sanırım...
New York Cıty= sözlükte aranırsa başka bir tanım bulunamaz sanırım...
Sunny Day
Dün kü hava anlatılmaz yaşanırdı sanırım sadece...Geldiğimden beri ilk defa kabanımı çıkarıp sokaklarda yürüdüm...İnanılmazdı ve Greenvillage,Soho ve Tribecca civarına doğru yola çıktık üç kız...(Kore ve İspanyol menşeyli olurlar kendileri) Ki bu "neighbourhood"lar yani mahallemi desem manhattan adasının bölgeleri diyelim Kadiköy,Nişantaşı misali ama ne semt diyebilirz ne de belediye:) Neyse... Ki bu bölgeler dünyanın en büyük markalarının konumlandığı (DKNY,MarcJacobs,Versace,LV,Armani) artislerin, sanatçıların,aktörlerin ikamet ettiği bir bölge...Şansınız varsa bir kaçını görebilirsiniz ki vakti zamanında gördüm sanırım ben bi iki afilli artis... Ki bu bölge NY'da sokaklarda müzisyenlerin olmadığı nadir bölgelerden bir tanesi sanırım... Gezdik,gezdik ve günü bir Marc Jacobs ruj kalem ve gri ve mavi olmak üzere iki ojeyle bitirdim...Demeyin ki onlar nası renk çok popüler burda öle cart curtta değil ustruplu renkler yani çok klas demedi demeyin yazın herkesin ellerinde görürsenir oralarda da bilin ki ben artık sürmüyorum :)) Neyse... Marc Jacobs ki bölgede farklı yerlerde küçük küçük,farklı konseptlerde 4-5 tane mağazasını bulabilirsiniz...ürünlerin fiyatları ise 30dolardan başlar Bin Dolara kadar çıkar...Bknz: Sex And City, Carrie'nin favori mağazasıdır... Ama biz ancak 1.5 dolarlık ruj kalemlerden alabildik ki daha fazla almayı düşünüyorum lakin muhteşem bir hediye olacaktır bizim kızlar için...anahtarlık ve magnetten iyidir en azından...
Merak Edenler için kalem rujun fotoğraflarını çektim ve bir tanesini de Moda Cadısı'nın blogundan çaldım ki ben alırken onda da olduğunu bilmiyordum ama fotoğraf süper olmuş ve bir kez daha anladım ki bu cadıyı bundan seviyorum... Şiddetle tavsiye ederim kendisinin blogunu...Benim sayfamdan da bulunabilir takip listemdedir... Birbirinin taklidi bir sürü moda blogu adı altında bugün ne giydim bloglarından çok daha naif ve kalitelidir önerilir....
P.S: valla arkadaşım değil samimi öneri blogu
Wednesday, March 18, 2009
St.Patricks Day
British Day,Irısh Day ne derseniz deyin ama eğlenin...British'lerin Amerika'ya geldikleri gün yada kurtuldukları gün kimse net bir şey söylemiyor sadece yeşil birşeyler giymek yada takmak,etek giymek,sarhoş olmak ve kavga etmek günün tek anlam ve önemini anlatıyor artık...Barda ki çıtır eteklilerden sonra bugün resmi olarak gaydalar çalan ve yürüyüş yapan bütün eyalatlerden gelen Irısh'leri selamladık
Subscribe to:
Posts (Atom)